<br>

2 Mayıs 2017 Salı

Patojenik Hayat 2 - Sari Pijamalar

Sabah acı bir haberle uyandım. Maalesef hala yaşıyordum. Yani en azından sahip olduğum iğrenç beden inatla nefes almaya devam ediyordu. Bu konuda oldukça ısrarcıydı. Deniz kabuğu gibiydim. Dıştan bakınca bir şeyler görünüyor, kulak verince bir sesler duyuluyor ama aslında içi koca bir boşluk olan deniz kabuğu gibi. Yaşamanın anlamsızlığını sorguluyordum kendi kendime. Yarım kalmıştım, eksiktim. Baktığım, gördüğüm hiçbir şey eskisi gibi görünmüyordu artık gözüme. Tadı kaçmış şekerli sakız gibiydi hayatım. Çiğnedikçe acı bir tat alıyordum.

"Ahmet."

Düşünceler arasında kaybolmuşken adımın anıldığını duydum ve irkildim. Ancak sesin sahibini çözemediğimden boş gözlerle etrafıma bakındım. Sınıfın ortasında tam uykuya dalmak üzereydim. Çoğu insan aşk acısı çekerken uykusuzlukla savaşır, bende ise durum daha farklıydı. Günde 14 saatin üzerinde uyuyarak kendimi dünyadan soyutlamaya çalışıyordum. Uyumak zor bir eylem değildi benim için, istediğim her an her yerde uykuya dalabilme özelliğim vardı.

"Ahmet!"

İkinci kez, bu kez kim olduğunu görebildim. Emre arka sıradan kafasını uzatmış bana bakıyordu. O acınacak halimi daha yakından görmek istedi herhalde. İsteksizce kafamı ona çevirip ne istiyorsun der gibi baktım.

"Akşam çıkalım. Bir haftadır halin duman. Kafaları kırarız. Aklındaki yok edici düşünceleri dağıtırsın biraz."

Salak salak gülene veya hıçkıra hıçkıra ağlayana kadar içmek gerçekten ihtiyacım olan şeydi. Ancak Emre'yi tanıyordum. İlk yudumları almadan önce "Boşver, takma, sana kız mı yok" gibi saçma salak cümleler kuracaktı. İkincilere geçtiğimizde ise çoktan uçmuş olacaktı, gecenin geri kalanını ona bakıcılık ederek geçirecektim.

"Siktir et, uykusuzum eve gider uyurum ben."

"Hadi be oğlum! İçtikten sonra rahat rahat uyursun."

Emre'yi gerçekten severdim ama şu ruh hali ile katlanılacak gibi değildi. Aslında olay Emre değil şu an hiçbir insana katlanamıyordum. Her hayır deyişimi naz yapıyormuşum gibi algıladı. Ne kadar reddetsem de vazgeçmemeye kararlıydı. Gerçekten bana destek olmak için mi ısrar ediyordu yoksa içmeye bahane mi arıyordu bilmiyorum. En sonunda susması ve ders bitene kadar uyumama izin vermesi karşılığında teklifini kabul ettim. Gözlerimi yumup ne kadar boktan bir gece geçireceğimi düşünmeye başladım.

Önceleri henüz 18'i doldurmadığımız için barlara girip çıkmamız zor oluyordu. Emre'nin kuzeninin bir arkadaşı barmenlik yapmaya başladı, girişte sıkıntı çıkmasın diye onun çalıştığı yere gidiyorduk. Hem bize daha ucuza veriyordu içkileri. Ben 18 olmuştum ama mekanda o kadar rahattım ki yıllarca sadece orada takılabilirdim. Saat 9'da buluşacaktık, ben 8'de gittim. Bara oturup Selçuk Abiyle selamlaştım. 3 bomontinin parasını peşin olarak verdim, Emre gelene kadar biraz tadını çıkarmak istiyordum alkolün. Selçuk Abi beni görür görmez neyim olduğunu sordu, "Neyim olacak abi, İzel." dedim ve sustum. İkinciyi açtığımda devam ettim konuşmaya"Terk etti abi beni. Bir anda gidiverdi. Madem gidecekti neden girdi hayatıma neden sevdi beni neden sevdirdi kendisini?" kısaca anlattım olayları. Şok oldu duyunca, İzel'le aramızdakileri bildiğinden bu son gerçekten şaşırtmıştı onu. Bakışlarından belli oluyordu. "Üzüldüm" dedi sadece. İhtiyacım olan da tam olarak buydu işte. Gereksiz lafları dinleyecek halim yoktu Birileri de terk edildiğimi duyunca geniş geniş "Boşver be unutursun" demesin istiyordum. Koduğumun dünyasında acı çekiyorum her gün, acıdan kıvranıyorum, her gün ölmeyi diliyorum, uyumadan önce bir daha uyanmamak istiyorum ve karşıma geçmiş "Boşver be unutursun" diyorlardı. Gerçekten çok sağ olun, desteğinizi çok güzel hissettim. Şimdiden kendimi daha iyi hissediyorum. Unuturmuşum bak, tamam o zaman hiçbir sorun yok!

Selçuk Abi geniş bir bardağa bir içki doldurdu, ne olduğunu bilmiyordum o zamanlar. "Benden" deyip uzattı önüme. "Bu ne abi" diye sormadım da. Aldım içmeye başladım. Selçuk Abi verdiyse içerim. Günlerdir ilk kez birinin yanında kendimi iyi hissediyordum. Susmuştu, bir şey demiyordu, acımı yaşamama izin veriyordu. Avuç içiyle sırtıma vurulan iki şaplakla huzurum bozuldu, gelen Emre'ydi. Yanında da tanımadığım bir kız vardı. Emre'yle selamlaştık.

"İrem de bize eşlik etmek istedi bugün. Bizim dershaneden, daha önce mutlaka görmüşsündür. Hatta o seni tanıyormuş."

Okuldaki İrem değil, başka bir kızdı. Kim olduğunu bilmiyordum. Ancak Emre'nin yapmaya çalıştığı şeyi çakozladım. Aslında iki ihtimal vardı ve ikisi de beni sinirden kudurtacak cinstendi. Birincisi ya İrem'i bana yamamaya çalışıyordu, çivi çiviyi söker, al bak bu da kız der gibi halimden hiç anlamayan hareketlere girişecekti ya da kendisi yanaşma çabasındaydı İrem'e ve benim acımı bu amacına alet etmişti. Daha fazla konuşacak mecalim kalmadı. Yerimden doğruldum sol gözüne doğru bir yumruk salladım Emre'nin. Normalde benden daha atik bir insandı ancak beklemediği bu yumruğu karşılamasına imkan yoktu. Ağız dolusu bir küfür eşliğinde gözünü tutmaya başladı. Benim bile tüm koluma ağrı girmişti o yumrukla. Hiç tutmadan var gücümle geçirmiştim suratına. Ceketimi aldım ve kapıya doğru yürümeye başladım. Günün sonuuydu benim için, eve gidip biraz daha uyuyabilirdim. Tam kapıdan çıkarken Emre'nin küfürlerini duydum tekrardan, git gide sesi bana yaklaşıyordu, daha arkamı dönemeden ensemden aldığım darbe ile kendimi yerde buldum. Öfke içinde bağırıp beni tekmeliyordu. Bense aslında bu durumdan zevk alıyordum. Belki de ölürdüm, bu düşünce beni heyecanlandırdı. Çevredeki insanların Emre'yi üstümden uzaklaştırması ile heyecanım söndü. Selçuk Abi kolumun altına girip ayakta durmama yardımcı oldu. "Gidebilecek misin tek başına? Ahmet iyi misin?" diyordu sürekli. İlk sorduğu andan beri evet demek istedim ama ağzımdan kelimeler çıkmadı. Elimle onu biraz ittirip iyiyim işareti yaptım, sendeleye sendeleye iki adım attım sonrasında olduğum yerde dizlerimin üstüne çöküp ağız dolusu kustum. Ağzımdan çıkanlar kan mıydı yoksa içkiden kalanlar mı hayatım boyunca öğrenemedim. Çünkü hemen ardından kendi kusmuğumun üstüne düşüp bayıldım.

Tekrar uyandığımda hiç tanımadığım bir evdeydim. Üstümde sarı renk bir pijama giymiş, pembe yorganla örtünmüştüm. Vücudumun çeşitli yerlerinde ağrılar vardı ama tam olarak nereleri kestiremiyordum. Ya içimdeki acı daha baskındı ya da henüz uyanamamıştım. Biraz doğrulup etrafı süzdüm. Bana herhangi bir şey hatırlatacak işaretler arıyordum. Odanın diğer köşesindeki kanepede uyuyan birisini gördüm. Bir kız olduğu belliydi ama sırtı dönük olduğundan kim olduğunu anlayamadım. Seslenmeye karar verdim, çünkü ciddi anlamda bazı soruların cevaplarına ihtiyacım vardı. Bir de cep telefonuma, en azından annemlere bir şeyler yazmalıydım.

"Hey."

Sesim henüz tam çözülmemişti, ona ulaştıramadım

"Hey!"

Bu kez daha kuvvetli çıktı ama uyanmasına yetmedi. Birkaç kez daha seslendikten sonra yüzünü bana döndü, Emre'nin dün tanıştırdığı kızdı. İsmi ise aklımda yoktu. Hızla yerinden kalkıp yanıma geldi.

"Uyandın mı?"

Dikkatini yüzümdeki bir şeylere verdi, neye baktığını neyi incelediğini dakikalar sonra elini gezdirince anladım. Vücudumun ağrıyan yerlerinden biri sol şakağımın biraz üstüydü.

"Dün kafanı çok sert vurdun. Daha iyi misin şu an?"

"Sen kimsin?"

Tüm o ilgili bakışlar bir anda hüzün doldu. Patojenik bir insan olmaya başlamıştım, çevreme üzüntü, mutsuzluk dağıtıyordum. Işıl ışıl parlayan bir çift gözü söndürmüştüm, çevremdeki her şey gibi o da solmuştu bir anda. Tekrardan tanıttı kendisini. Adını hatırladım ve dün tanıştığım kişi olduğundan da emin oldum böylece. Telefonumu uzattı, gece annemlere benim ağzımdan mesajlar atmış endişelenmemeleri için. Düşünceli biriymiş diye geçirdim içimden. Ancak bu misafirliği uzatma niyetinde değildim. Pijamaları bana nasıl giydirdiğini sormadan kıyafetlerimi istedim. "Onlar yıkanıyor şu an" dediğinde yerlerde sürüklenişim ve kendi kusmuğumun üstüne düşüşüm zihnimde canlandı. Ama daha fazla da durmak istemiyordum. Sarı pijamalarla attım kendimi sokağa. Yürürken fark ettim kolları ve ayakları çok kısa geliyordu. Muhtemelen kendi pijamalarıydı. İrem'in benden yaklaşık 20santim kısa olduğunu düşünecek olursak oldukça normaldi tam gelmemesi. Şikayet edecek durumda değildim. Zaten İzel gittiğinden beri hiçbir şey tam gelmiyordu bana. Tek dileğim zamanın olabildiğince hızlı ilerlemesi. Her şey o kadar hızlı ilerlesin ki bir anca önce 84 yaşıma filan geleyim. Ya unutmuş olayım ya da rahat rahat öleyim.



0 yorum:

Yorum Gönder